Doğmamış oğlana (çocuğa) don biçmek
[A] Gerçekleşmemiş bir olayı var sayıp hazırlıklarda bulunmak doğru bir davranış değildir.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
[A] Toplumda herkesin kusurunu yüzüne söyleyen kimseler başkaları tarafından sevilmezler. Toplulukta sözünü esirgemeden dosdoğru söyleyen kimseler bazı kişilerin çıkarlarına dokundukları için, çıkarcı kimseler tarafından sevilmezler.
Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek
[A] Doğruyu olduğu gibi söyleyen kimseler birçok kişinin çıkarını engelledikleri için her an onlardan bir kötülük görebilirler. Bunun içindir ki her an o bölgeden ayrılmak üzere hazır durumda olmalarında yarar vardır.
Doğru söz acıdır
[A] Karşısındakinin yanlışlarını onun yüzüne söyleyen kimsenin sözleri karşısındakine acı gelir. Sözler acı gelse de söylemekte yarar vardır. Çünkü yanlışlar böylece önlenmiş olur, devam etmez.
Doğru söz yemin istemez
[A] Sözünün doğru olmadığını bilen kimse karşısındakini inandırmak için yemine başvurur. Sözü doğru olan kişinin karşısındakini inandırmak için yemin etmesine gerek yoktur.
Doğru söze akan sular durur
[G.S] Doğru söz karşısında hiç kimse bir şey söyleyemez, itirazda bulunamaz.
Doğruluk minarede, muhabbet çalıda kalmış
[G.S] Doğruluğun ve sevginin toplum içinde, her yerde aranması yanlıştır. Doğru olanlar binde bir kadardır. Sevgiye de ulaşmak çok zordur. Toplumda sevgiyi bulmak, kolay olması gerekirken gerçekte çok zordur.
Dokuz ay anasının karnında nasıl sabretmiş
[S.G] Çok aceleci. Her işinde acele eden. Acele ile işe girişen kimseler için söylenir.
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmez
[D] Bir iş yapılacakken pek çok işin ortaya çıkıp bir araya gelmesi ile karışık, sıkışık bir durum meydana gelmek.
Dokuz körün bir değneği
[D] Pek çok kimsenin yardımını umduğu, beklediği kimse, kişi.
Dokuz köyden kovulmuş
[D] Çevresindekileri rahatsız edici davranışlarda bulunduğu için hiçbir toplumda kabul edilmeyen, istenmeyen.
Dokuz öksüz ile bir mağaraya kapanmak
[D] Çok sıkıntılı bir durumu olmadığı, önemli bir sebebe dayanmadığı hâlde, nedensiz bir şekilde sızlanmak, yakınmak.
Dolap beygiri gibi dönüp durmak
[D] - ! dan çalışıp durmak.
Dolap çevirmek
[D] Hile ile iş yapmak. Dalavereli işler yapmak.
Dolu dizgin gitmek
[D] Son süratle, hızla gitmek.
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı
[D] Pek çok şeyi denedimse de çıkar yol bulmak mümkün olmadı.
Domuz derisinden post, eski düşmandan dost olmaz
[A] Domuz İslâm dininde yasaklanmış bir hayvandır. Eti yenmediği gibi derisi de hiçbir işde kullanılmaz. Tiksinti verir. Eski düşman da böyledir. Hiçbir zaman içten ve yakın olamaz. Gösterdiği yakınlığa da inanmak mümkün değildir.
Domuzdan bir kıl çekmek
[D] Eli sıkı kişiden bir şey almak, alabilmek. Zengin ve cimri kişiden bir nedenle bir şey almak.
Dost acı söyler
[A] Kişinin doğru yapmadıklarını etrafında bulunanlar onu üzmemek, düşmanlığını kazanmamak için yüzüne söylemek istemezler. Dedikodu yaparlar. Kişi ise eksiklerini bilmediği için, hataları devam eder gider. Halbuki dost kimse, yapılan hataları acı da olsa kişiye doğrudan f söyler. Kişi belki ilk önce biraz üzülür, kırılır. Ama zamanla yanlışlarını düzeltir ve dostunun yaptığı uyarıların değerini takdir eder.
Dost ağlatır, düşman güldürür
[A] Dost acı da olsa hakikatleri söylediği için karşısındakini üzer. Düşman ise hataların devam etmesini ister. Kişinin gülünç duruma gelmesini arzu eder. Bunun için kişinin hatalarını söylemediği gibi bu hataların çoğalması için kişiyi, yaptığının doğru olduğuna inandırmak ister.