Deli deliden, imam ölüden hoşlanır
[A] Toplum içinde yaşayan insanlar kendi dengi olan kimselerle konuşmaktan, kendilerine çıkar sağlayacak işlerden hoşlanırlar.
Deli deliyi görünce çomağını gizler
[A] Ömrünü başkalarına saldırmakla, hücum etmekle geçirmiş kimseler kendilerinden daha güçlü ve saldırgan birini görünce bir köşeye çekilirler, sinerler.
Deli divane olmak
[D] Fazla düşkünlük göstermek. Pek çok sevmek.
Deli ile devletli bildiğini yapar
[A] Deli mantıklı hareket etmekten yoksun olduğu için aklına geleni yapmak ister. Büyük yetkilere sahip kişiler de yetkilerine dayanarak istediklerini yapmak isterler. Engel olununca da yetkilerini bu yolda kullanıp engeli ortadan kaldırırlar.
Deli kızın çeyizi
[D] Sık sık ortaya konulup birbirine uygun olmayacak şekilde sergilenen (dağınık şekilde) eşya.
Delik büyük yama küçük
[D] İhtiyaçlar çok, fakat imkânlar az.
Deliye bal tattırma, köyde katran tulumu komaz
[A] Aklı tam olmayan kimseler bir defa tattıkları ve hoşlandıkları her şeyi devamlı isterler. Hatta bir tarafından hoşlarına giden şey tam olarak ona benzemese de yine onu elde etmek için bütün güçlerini kullanırlar, elde etmeye çalışırlar.
Deliye her gün bayram
[A] Deli düşünmekten, ileriyi görmekten, etrafı ile bilinçli bir şekilde ilgilenmekten yoksun olduğu için bütün günleri kendine göre sıkıntısız üzüntüsüz geçer. Etrafının dertleri ve sevinçleri onu etkilemez. Aklını kullanmayan etrafı ile ilgili olmayan kimseler de aynen böyledir. Toplum içinde yaşayan kimseler etrafındakilerin sevinçleriyle olduğu kadar üzüntüleri ile de ilgilenmelidirler ki insan oldukları anlaşılsın.
Deliye pösteki saydırmak
[D] Bir kimseyi yapılması çok güç engellerle dolu bir işle uğraştırmak.
Dem tutmak
[D] Sazla sese, ses ile saza eşlik etmek, uyum sağlamak.
Demir leblebi
[D] Başarılması çok zor olan iş. Kolay kabul edilmeyen etkili söz. Güçlü, yenilmez derecede güçlü kimse.
Demir nemden insan gamdan çürür
[A] İyi izole edilmemiş bir demiri nem kısa sürede etkiler, çürütür, yok eder. Ruh sağlığı yerinde olmayan bir kimseyi de gam sıkıntı yıpratır, harap eder, çalışma zevki bırakmaz. Hatta yaşama arzusunu da yok eder.
Devir tavında, dilber çağında
[A] Her işin başarılı bir biçimde yapılıp sonuçlandırılması için belli bir zaman vardır. O zamanı kaçırmayıp iyi kullanmak lâzımdır.
Demir tavında dövülür
[A] Her işin yapılmasının en uygun zamanını bilmek ve kollamak lâzımdır. Aksi hâlde yapılacak işde hatalar olması kaçınılmaz olur.
Denizden çıkmış balığa dönmek
[D] Yeni ortama alışmakta zorluklar çekmek. Yeni ortamını yadırgamak, alışamamak.
Denize düşen yılana sarılır
[A] Zor durumda olan kimseler, hiç faydalı olmayan, hatta tehlikeli durum yaratan şeylerden bile yardım umarlar. Zor durumdaki kimse bu durumundan kurtulmak için her çareyi denemekte sakınca görmez.
Denize girse kurutur
[D] Çok beceriksiz ve şanssız. Kendisine sağlanan en uygun ortamdan bile hiç yararlanmasını bilmez. Her ortamda başarısız.
Denizi geçip çayda boğulmak
[D] Çok büyük engelleri ortadan kaldırıp işin sonuna gelip başarıya yaklaşıldığı zamanlarda küçük bir engelin başarıyı ortadan kaldırması.
Derdini saklayan derman bulamaz
[A] Kişi dert ve sıkıntılarını kimseye söylemez kendisi çözmeye çalışırsa sorunları artar. Her şeyi bilmemiz mümkün değildir. Konuyu bizden iyi bilenlere söyler, danışırsak derdimizin çaresi mutlak bulunacaktır. Bunun için insan dert ve sıkıntılarını dostlarına açmalı onların yardımını istemelidir.
Derdini söylemeyen derman bulamaz
[A] İnsanlar dertlerini başkalarına anlatırlarsa daha kolay çözüm yolları bulabilirler. Dertlerimizi, bize yardımı dokunacak kimselere açarsak daha kolay çözümleriz. Aksi takdirde dertlerimiz, sıkıntılarımız bizim için büyük problemler oluşturur.